İstihdam Teşvikleri Üzerine Bir Değerlendirme: Amaç, Etki ve Kamu Yararı Perspektifi
Türkiye’de istihdam teşvikleri uzun süredir kamu politikası tartışmalarının merkezinde yer almakta; ancak bu tartışmalar çoğunlukla teşviklerin süresi ve kapsamı etrafında dönmektedir. Meslek mensuplarından iş dünyasına kadar geniş bir paydaş grubunun ortak beklentisi, mevcut teşviklerin uzatılması ya da yeni destek paketlerinin açıklanması yönünde. Buna karşın, geçmişte uygulanan teşviklerin hangi sonuçları doğurduğu, kamu kaynakları açısından nasıl bir etki yarattığı ve istihdam piyasasında kalıcı bir dönüşüm sağlayıp sağlamadığı soruları büyük ölçüde yanıtsız kalmaktadır.
Oysa istihdam teşvikleri, yalnızca kısa vadeli ekonomik rahatlama araçları değil; aynı zamanda sosyal politika hedeflerini gerçekleştirmek üzere tasarlanması gereken stratejik enstrümanlardır. Bu nedenle teşviklerin başarısı, yalnızca kaç kişinin işe alındığıyla değil; bu istihdamın kalıcılığı, niteliği ve toplumsal etkisiyle ölçülmelidir.
Türkiye’de Teşviklerin Yapısı ve Ölçüm Sorunu
SGK, İŞKUR ve KOSGEB aracılığıyla uygulanan teşvikler; prim indirimleri, ücret destekleri ve vergi avantajları yoluyla işveren maliyetlerini düşürmeye odaklanmaktadır. Bu yaklaşım, kısa vadede istihdam yaratma potansiyeline sahip olmakla birlikte, etki analizleri yeterince yapılmadığında yapısal sorunları maskeleyen bir işlev görebilmektedir.
Özellikle teşviklerin, teşvik süresi sona erdiğinde istihdamın devam edip etmediği noktasında sınırlı veri paylaşımı yapılması, politika değerlendirmesini güçleştirmektedir. Genç işsizliği, kadın istihdamı ve “ne eğitimde ne istihdamda olan gençler” (NEET) gibi kırılgan alanlarda teşviklerin uzun vadeli etkisini ortaya koyan düzenli ve şeffaf çalışmaların eksikliği, teşvik mekanizmasının etkinliğini sorgulanır hale getirmektedir.
Uluslararası Deneyimler: Teşvikten Daha Fazlası
Dünya örnekleri, istihdam teşviklerinin tek başına yeterli olmadığını; ancak doğru tasarlandığında güçlü sonuçlar üretebildiğini göstermektedir.
Örneğin Almanya’da uygulanan aktif işgücü piyasası politikaları, yalnızca işveren maliyetlerini düşürmeye değil; mesleki eğitim, yeniden beceri kazandırma ve iş-çalışan eşleşmesini iyileştirmeye odaklanmaktadır. Teşvikler, belirli beceri setlerine sahip çalışanların istihdamını hedefler ve performans kriterleriyle yakından izlenir. Bu sayede teşvik, geçici bir destek değil; üretkenliği artıran bir araç haline gelir.
Benzer şekilde Danimarka’nın “esnek güvence” (flexicurity) modeli, işverenlere esneklik sağlarken çalışanlar için güçlü bir sosyal güvenlik ve aktif istihdam politikası sunar. Burada kamu kaynağı, yalnızca istihdam yaratmaya değil; iş gücünün nitelik dönüşümüne ve gelir güvencesine hizmet eder.
Güney Kore örneğinde ise teşvikler, genç istihdamını teknoloji ve yenilik odaklı sektörlere yönlendirmek amacıyla kullanılmaktadır. Devlet destekleri, düşük verimli alanlarda istihdamı sürdürmekten ziyade, yüksek katma değerli sektörlere geçişi teşvik edecek şekilde kurgulanmıştır.
Tüm bu örneklerin ortak noktası şudur: Teşvikler, salt maliyet düşürücü değil; ölçülebilir hedeflere bağlanmış, denetlenen ve gerektiğinde revize edilen politika araçlarıdır.
Kamu Kaynağı ve Toplumsal Meşruiyet Meselesi
İstihdam teşvikleri çoğu zaman “işveren üzerindeki yükü azaltmak” gerekçesiyle savunulmaktadır. Ancak bu savunma, kamu maliyesi perspektifinden eksiktir. Çünkü teşvikler, işveren bütçesinden değil; dolaylı ve dolaysız vergiler yoluyla oluşturulan kamu kaynaklarından finanse edilmektedir. Bu durum, teşviklerin toplumsal meşruiyetini doğrudan performansına bağlamaktadır.
Kamu kaynağı kullanılıyorsa, bunun karşılığında istihdamda kalıcılık, verimlilik artışı ve sosyal fayda üretilmesi gerekir. Aksi halde teşvikler, üretken olmayan alanları destekleyen ve kaynakların etkin kullanımını zayıflatan bir transfer mekanizmasına dönüşür.
Emek Boyutu ve Dengeli Politika İhtiyacı
Türkiye’de istihdam teşvikleri tartışmalarında en fazla ihmal edilen alanlardan biri, emekçi perspektifidir. Yüksek enflasyon, reel ücretlerdeki erime ve gelir dağılımındaki bozulma, çalışanların yaşam koşullarını doğrudan etkilemektedir. Bu koşullar altında yalnızca işveren maliyetlerini merkeze alan teşvik politikaları, sosyal dengeyi gözetmeyen bir yapı üretmektedir.
Oysa uluslararası iyi örneklerde teşvikler; ücret düzeyi, çalışma koşulları, mesleki gelişim ve iş güvencesiyle birlikte ele alınmaktadır. Bu yaklaşım, istihdamı niceliksel değil niteliksel olarak büyütmeyi amaçlar.
Sonuç: Teşvikten Önce Etki Analizi
Türkiye’de istihdam teşvikleri konusunda temel ihtiyaç, yeni paketler açıklamaktan ziyade kapsamlı ve şeffaf etki analizleridir. Hangi teşviklerin işe yaradığı, hangilerinin kaynak israfına yol açtığı ve hangi alanlarda politika değişikliğine ihtiyaç duyulduğu açık biçimde ortaya konulmalıdır.
Aksi halde teşvikler, istihdam sorununu çözmek yerine erteleyen; kamu kaynaklarını ise ölçülebilir bir toplumsal fayda üretmeden tüketen araçlar olarak kalacaktır. Sürdürülebilir bir istihdam politikası ise ancak kamu yararını, emeği ve verimliliği birlikte gözeten bütüncül bir yaklaşımla mümkün olabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder