Kuralsız Belirlenen Kurucu Ücret: Asgari Ücret
Asgari ücret tartışmalarının geldiği noktaya bakıldığında, bu konunun artık yalnızca bir ücret belirleme süreci değil, Türkiye’de çalışma hayatının genel çerçevesini etkileyen temel bir mesele haline geldiği görülüyor. Asgari ücretin fiilen ortalama ücrete dönüşmüş olması, hem işgücü piyasasının yapısını hem de ücretlilerin ekonomik büyümeden aldığı payı doğrudan etkiliyor. Bu durum, ücret politikalarının ülkenin sosyal adalet düzeni açısından stratejik bir önem taşıdığını gösteriyor.
Belirleyici rolünün bu kadar artmasına rağmen asgari ücretin kuralsız bir yöntemle belirlenmesi, konunun yapısal niteliğini daha da görünür kılıyor. Hükümetin tek taraflı iradesine dayalı bir süreç, hem kurumsal güveni zayıflatıyor hem de ücretlilerin geleceğe ilişkin beklentilerini belirsizleştiriyor. Üstelik TÜİK’in artık komisyona veri sunmaması, karar mekanizmasının teknik temelden uzaklaştığını ortaya koyuyor. Bu çerçevede uluslararası uygulamalarla karşılaştırıldığında Türkiye’nin belirgin bir kurumsal eksiklik taşıdığı görülüyor. Asgari ücretin ekonomik büyüme, yaşam maliyetleri ve ortalama ücretlerle ilişki kurularak belirlendiği ülkelerle kıyaslandığında, Türkiye’deki yöntemin sosyal politika niteliğini taşımakta zorlandığı anlaşılıyor.
Bu kurumsal zayıflığın en net yansıması, asgari ücretin uzun dönemli değer kaybında ortaya çıkıyor. 1970’lerde kişi başına düşen milli gelirin büyük bölümünü karşılayan asgari ücret, günümüzde bu seviyenin çok gerisine düşmüş durumda. Ekonomik büyümenin emek kesimine yansımaması, gelir dağılımında oluşan bozulmayı kalıcı hale getiriyor. Bu bozulmanın sonucunda, çalışanların ürettikleri toplam katma değerden aldıkları payın daraldığı ve toplumun geniş kesimlerinin göreli yoksullaşmaya sürüklendiği açık biçimde görülüyor.
Bu yoksullaşmanın günlük hayattaki en somut göstergesi ise satın alma gücündeki aşınma. Asgari ücretin yılın büyük bir bölümünde açlık sınırının altında kalması, ücretlinin temel ihtiyaçlarını karşılamasını dahi güçleştiriyor. Enflasyonun ücret artışlarının üzerinde seyretmesi ve vergi yükünün ücretli çalışanlar üzerinde yoğunlaşması, geçim şartlarını daha da ağırlaştırıyor. Uzun dönemli karşılaştırmalar, asgari ücretin yalnızca birkaç yıllık değil, on yıllar içinde de ciddi bir reel kayba uğradığını kanıtlıyor. Bu tablo, ücret politikasındaki düzensizliğin, çalışanların refahını doğrudan etkileyen bir sonuç doğurduğunu gösteriyor.
Ücret dağılımındaki sıkışma da bu yapısal sorunun tamamlayıcı unsuru haline geliyor. Özel sektörde çalışanların yarıdan fazlasının asgari ücret veya hemen üzerinde ücret alması, ücret skalasının sağlıklı oluşmadığını ve emek piyasasının nitelik farklarını yansıtamadığını ortaya koyuyor. Bu yakınsama özellikle kadın çalışanlarda daha belirgin bir şekilde görülüyor; kadınlar büyük ölçüde asgari ücrete yakın ücretlerle istihdam ediliyor. Bu durum, ücret politikasının yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitsizliği boyutunu da güçlendirdiğini gösteriyor ve dolayısıyla sorunun kapsamının ne kadar geniş olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.
Kamuoyunda sıkça dile getirilen bazı iddiaların gerçeği yansıtmadığı da verilerle netleşiyor. Asgari ücret artışlarının enflasyonu tetiklediği veya istihdamı azalttığı yönündeki söylemler, bilimsel verilerle desteklenmiyor. Enflasyonun temel belirleyicisindeki rolün ücretlerden ziyade fiyatlama davranışlarında ve kar eğilimlerinde olduğu görülüyor. Dolayısıyla asgari ücret artışının ekonomik istikrara zarar verdiği yönündeki iddialar, analizlerle örtüşmüyor. Bu bulgu, asgari ücret politikalarının doğru konumlandırılmadığı için tartışmaların çoğu zaman yanlış bir zeminde yürütüldüğünü de gösteriyor.
Tüm bu değerlendirmeler bir araya geldiğinde, asgari ücret politikasının yalnızca rakamsal tartışmalarla ele alınamayacak kadar geniş bir etkiye sahip olduğu anlaşılıyor. Asgari ücretin insana yakışır bir yaşam standardını karşılayabilecek düzeyde olması, bunun ise kurala dayalı, şeffaf ve hesap verebilir bir yöntemle belirlenmesi gerektiği açıkça ortaya çıkıyor. Bununla birlikte sendikal örgütlenmenin güçlendirilmesi ve toplu pazarlık mekanizmalarının yaygınlaştırılması, ücretlerin dengeli ve sürdürülebilir şekilde yükselmesini destekleyecek temel unsurlar arasında yer alıyor.
Sonuç itibarıyla, Türkiye’de asgari ücret tartışmalarının derinleşmesinin nedeni yalnızca ekonomik koşullar değil; aynı zamanda yöntemsel eksiklikler ve kurumsal zayıflıklardır. Asgari ücretin gerçek işlevine kavuşması, hem ekonomik istikrarı güçlendirecek hem de toplumsal refahın daha adil bir şekilde paylaşılmasını sağlayacaktır. Bu nedenle konuya kapsamlı, bilimsel ve kurumsal bir yaklaşımla bakılması zorunludur.
Yorumlar
Yorum Gönder